Hayal Perdesinin Gözünden
Türk Sineması Araştırmaları
16.01.2011 Güzel Bir Hayat Düşlerken Bosna’nın Yıkıntılarında Güzel Bir Hayat Düşü Ebru Afat

Yüzyıllar boyunca aynı coğrafyada bir arada yaşayan farklı dini ve etnik kökene mensup insanlar, tarihin yaşanmışlıkları arasından süzdükleri benzer kültürlerine ve hatta dillerine rağmen, neden bir anda birbirlerini yok etmek için silaha sarılırlar? Sıradan sivilleri bir gece içinde, bazıları tarafından asla olası görülmeyen ama bazıları tarafından da yaklaşan adımları, eski hesapları kapatma arzusuyla beklenen bir iç savaşa hazırlanan paramiliter gruplara dönüştüren nedir? Büyük bir siyasi iddianın iflâsı, toprağa gömüldüğü zannedilen kin, nefret ve öfke ile yoğrulmuş aşırı milliyetçiliklerin yeniden dirilmesine yol açar mı? Yoksa otoriter bir sosyalist rejim altında “demokratik milletler mozaiği” tutkalıyla yapıştırılmaya çalışılan halklar ve çözüldüğü sanılan milliyet meselesi, fırsatını bulduğu ilk anda yeryüzüne çıkıp etrafı kana bulayacak bir dip akıntısı hâlinde akmayı sürdürür mü?

Bütün bu sorular ve daha fazlası, 1992-1995 arasında yaşanan ve çoğu Boşnak üç yüz binden fazla insanın hayatını kaybetmesine yol açan Bosna Savaşı etrafında sorulmaya devam ediyor. Bu sorulara sinema perdesi üzerinde aranan cevapların örneklerinden biri de ünlü Boşnak yönetmen Danis Tanovic’in son filmi Güzel Bir Hayat Düşlerken (Cirkus Columbia, 2010)’de karşımıza çıkıyor. Dünya prömiyeri Eylül 2010’da Toronto Film Festivali'nde yapılan, 2011 Oscar ödüllerinde “En İyi Yabancı Film” dalında yarışmak üzere aday adayı seçilen Güzel Bir Hayat Düşlerken, Türkiye’de ilk defa Filmekimi 2010 programı çerçevesinde izleyicilerle buluşmuştu. İlk uzun metrajlı filmi Tarafsız Bölge (No Man’s Land, 2001)sayesinde dünya çapında üne kavuşan Tanovic, Güzel Bir Hayat Düşlerken ile 1990’ların başında geçen dramatik bir aile ve aşk öyküsü etrafında, Yugoslavya’nın dağılması ve Bosna-Hersek’in korkunç bir iç savaşa sürüklenmesinin arka plânına dair ipuçları veriyor. Her ne kadar bu ipuçları, sürecin detaylarını bilmeyen izleyiciler için yeterince açık, bilenler için ise yeteri kadar yoğun olmasa da zihinlerde bir şekilde iz bırakmayı başarıyor.
 
  
Güzel Bir Hayat İçin Önce Eski Defterler Açılır
Güzel Bir Hayat Düşlerken, Balkan coğrafyasının o muhteşem güzelliğini gözler önüne serecek şekilde, bir yol sahnesiyle açılır. Yıl 1991, mevsim yazdır. Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ni oluşturan altı federe cumhuriyette (Hırvatistan, Slovenya, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya ve Karadağ) yapılan seçimler sonucunda milliyetçi partiler iktidara gelmiştir. Sosyalist sistem yıkılıp Yugoslavya Federasyonu dağılma sürecine girerken, Hırvatlar, Sırplar ve Boşnakların bir arada yaşadığı Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nde bölünme ve çatışma endişeleri ayyuka çıkmıştır. Divko Buntic, son model bir kırmızı Mercedes ile Almanya’da geçirdiği yirmi yıllık sürgünün ardından, sosyalist rejim ile başı derde girdiği için terk etmek zorunda kaldığı memleketine, Hersek’in güneyindeki Hırvat kasabasına geri dönmektedir. Yirmili yaşlarında çok güzel bir kadın olan sevgilisi Azra, çok sevdiği kara kedisi Boni ve bir tomar parası Divko’ya eşlik etmektedir. Hedefi yirmi yıl boyunca vatanından uzakta ona yaşama ve çalışma azmi veren eski hesapları kapatmaktır. Bu hesapların başında, peşinden Almanya’ya gelmediği için çok büyük bir öfke duyduğu karısı Lucija ile olan meselesi gelmektedir. Bir kuaför salonunda çalışan Lucija hayatını, Divko kaçtığı sırada küçük bir bebek olan oğulları Martin’e adamıştır. Martin, babasız büyümesinin ve annesinin aşırı ilgisinin etkisiyle yeterince olgunlaşmamış, sorumsuz ve heyecanlı bir gençtir. Subay Savo ve kasabanın eski belediye başkanı Leon’un desteğiyle kurduğu radyo düzeneği ile dünyayla iletişime geçmeye çalışmaktadır.
 
Divko, kasabanın yeni yöneticisi olan kuzeni Ranko’nun da yardımıyla karısı Lucija ile oğlu Martin’i aile evlerinden attırarak oraya yerleşir. Bir yandan oğlu Martin ile yakınlaşmaya çalışırken öte yandan para ile tüm dertlerini çözmeye çalışan Divko, kendisine uğur getirdiğine inandığı kedisi Boni’nin kaybolması ile tüm enerjisini onu bulmaya yöneltince zaten çok sert davrandığı Azra ile sorunlar yaşamaya başlar. Bu arada Hırvatistan, Yugoslavya’dan ayrıldığını ilân etmiş, Sırplar Hırvatistan’ın Adriyatik kıyısındaki Dubrovnik şehrini bombalamaya başlamıştır. Kasabasının bulunduğu yer yüksek alarm bölgesi ilân edilirken, Savo ve Leon gibi komünizme bağlılıklarını koruyanlar ile Lucija gibi Bosna’nın bölünebileceğine asla inanmayanlar bile artık yolun bittiğini kabul etmek zorunda kalırlar. Bundan sonra Divko’nun atacağı adımlar çevresindeki herkesin kaderini etkileyecektir.
 
Milliyet Meselesi: Yugoslavya Rüyası’nın Gizli Gerçeği
Tanovic, “En İyi Yabancı Film” dalında 2002 Oscar ödülü ile 2001 Cannes Film Festivali’nde en iyi senaryo ödülünü kazandığı Tarafsız Bölge’de, Bosna’daki çatışmalar karşısında tarafsız bir görüntü sergilediğini iddia eden Birleşmiş Milletler’in “bekle ve gör” tavrının anlamını deşifre etmeye çalışmıştı. Üç adamın içine düştüğü trajikomik durum üzerinden savaşın absürdlüğüne de vurgu yapılıyordu. Zira birçok durumda saldırgan ve güçlü tarafın (Bosna örneğinde Sırpların ve zaman zaman da Hırvatların) eylemleri karşısında hiçbir şey yapmamak, gerçekte tam da taraf tutmak anlamına geliyordu. Tanovic, İvica Dikic’in romanından uyarladığı Güzel Bir Hayat Düşlerken filminde, Tarafsız Bölge’de olduğu gibi, komedi unsurlarını kullanmaya çalışsa da sözkonusu çaba, bu sefer anlattığı hikâye içinde biraz yavan ve havada kalıyor. Maço ve kinci Divko’nun zaman zaman düştüğü yaşlı, zavallı adam durumlarına rağmen, bu çılgın karakterin sürüklediği olay örgüsünün dramatik yapısı, komedi unsurlarını gereksiz kılıyor. Türk izleyicilerin Emir Kusturica’nın Bosna Savaşı’nı Sırp perspektifinden anlattığı ünlü filmi Yeraltı (Underground, 1995)’dan hatırladıkları başarılı aktör Miki Manojlovic’in büyük bir ustalıkla canlandırdığı Divko karakterinin geldiği nokta, Tanovic’in gözünden komünist yönetimden kurtulmak isteyen ama bir savaş çıkmasından da rahatsızlık duyan Yugoslavya vatandaşlarının hâletiruhiyesi olarak okunabilir. Kuzeni Ranko’nun üyesi olduğu milliyetçi partinin bölgeyi tamamen Sırpların etkisinden kurtarmak için insanların evlerini yakmalarına karşı çıkan Divko’nun, milliyetçilere yıllar boyunca Almanya’dan bunun için para göndermediğini söylemesi bu noktada dikkat çekicidir. Divko’nun ülkesini ve ailesini terk etmesine sebep olan sosyalist yönetim gitmiştir ama bunun ardından gelen savaş, güzel bir hayat düşünü de uzak bir zamana ertelemiştir. Öfkesi sık sık aklının önüne geçen Divko, aklı başına geldiğinde kendini bir ateş çemberinin ortasında bulacaktır.
 
Güzel Bir Hayat Düşlerken içindeki savaş üzerine değinmelere, filmlerinde olduğu kadar konuşmalarında da “Yugoslavya nostaljisi yapmaktan kurtulamayan Tanovic”e (1) rağmen, genelde Balkanlar özelde ise Yugoslavya gerçeğini hatırlatmaktadır. Bu gerçek, Yugoslavya (yani Güney Slavları birliği) iddiasının, görülmek ve inanılmak istenen güzel ama yapay bir düşten başka bir şey olmadığıdır. Hırvatistan ve Slovenya’nın Avusturya Macaristan; Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek ve Makedonya’nın da Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası olduğu yüzyılların ardından ilk defa 1918’de Yugoslavya Krallığı adıyla kurulan Güney Slavları’nın birliği, 1945’te sosyalist bir rejim altında yeniden canlandırılmıştı. Oysa çözülmeyen sorunların ve birikmiş öfkelerin üzerinde yükselen milliyet meselesi, baskılanma ile ortadan kalkmadığı gibi gittikçe büyümüş, 1991’de Berlin Duvarı’nın çökmesiyle birlikte Hırvatlar ve Sırpların tutuştukları tarihi hesaplaşmaya, Sırpların yüzyıllarca kendilerini yöneten Türklere karşı geliştirdikleri patolojik nefreti Boşnaklara yöneltmeleri de eklenince Bosna-Hersek kan gölüne dönüşmüştü.
 
Filmin en vurucu sahnelerinden birinde Divko, televizyonda Dubrovnik’in bombalanması görüntülerini izlerken, Sırpların bundan sonra herhâlde Bosna’nın Mostar şehrindeki büyük köprüyü bombalayacaklarını söyler. Gerçekten de Osmanlı yadigârı Mostar Köprüsü 1993’te bombalanarak yıkılır, ama Divko’nun tahmin ettiği gibi Sırplar tarafından değil Bosnalı Hırvat güçleri tarafından. Yugoslavya düşünün büyüklüğü ile doğru orantılıdır insanların birbirlerine duydukları öfke ve içine düştükleri akıl tutulması. Berlin Duvarı’nın yıkılması, Yugoslavya’nın ölümcül meselelerinin hayaletinin saklandığı pandora kutusunu açan eldir sadece; hayaleti var eden güç değil. Birileri görmek ve bilmek istemese de hayalet zaten hep orada duruyor ve kutudan çıkacağı anı kolluyordu. Bir Sırp olan Savo’ya yine Sırp olan komutanının yaklaşan savaşta yerini almaya hazır olup olmadığını sormasında olduğu gibi, yıllarca komünist rejimin askeri olarak görev yapan insanların bir anda Sırp güçlerinin askeri olmasına giden yolun başlangıcı Berlin Duvarı’nın inşasının öncesine kadar uzanıyordu. Düş görmeyi bırakmış ya da aynı düşü zaten hiç paylaşmamış olanlar, bunun çoktan farkındaydı.


(1) Nicholas Schmidle, “The Peace Dividend”, The New York Times, 21 Eylül 2010, http://www.nytimes.com/2010/09/26/t-magazine/26remix-sarajevo-t.html, (1 Ocak 2011)

 

YORUM YAZ:
Ad Soyad:
Yorumunuz:
Kalan: (Sadece 600 karekter olabilir)
ARKADAŞINA GÖNDER:
Ad Soyad:
Email Adresiniz:
Arkadaş(lar)ınızın Email Adresi:

birden fazla email adresi yazacaksanız boşluk ile ayırmalısınız.
NOTUNUZ:
Bilim ve Sanat VakfıKüre YayınlarıKlasik Yayınlarıİstanbul Şehir Üniversitesi
Hayal Perdesi © 2010 - hayalperdesi@hayalperdesi.net Yayımlanan malzemenin bütün hakları Hayal Perdesi’ne aittir. Kaynak göstererek alıntılanabilir. Yazıların sorumluluğu yazarlarına, reklamların sorumluluğu ilan sahiplerine aittir..